top of page

SUNGUR DERESİ- 3

  • Yazarın fotoğrafı: nakiselmanpakoglu
    nakiselmanpakoglu
  • 7 Ara 2022
  • 5 dakikada okunur



Her gün biraz daha yitirilen, özlemi çekilen doğanın, meralardan kovularak küçücük saksılara, fidanlıklara çekilen yeşilin, özgürce kanat çırparken kafese kapatılan kuşların hüznüne başkaldırır gibi burası. Tepelerden gelen cıngıl suların hüznü bana da siner, gelecekten kaygılanırım. Deredeki suyun azalmasını yaşamın sonu gibi görür hüzünlenirim.

Yer yer kıvrımlar halinde yer yer uzunca akarak yeşilliklerin içinde sadece bir dere değil bitki, ağaç, bulut, gökyüzü bir hayat, bir candır Sungur. Onun cana can katan serinliği ve rengini başka bir yerde bulamazsınız. Öyle bir akar ki, Kemal Tahir’in deyimi ile “Taymis nehri kaç para.”

Akan sudan çıkıp kaybolan beyaz köpüklerin Frigler’den kalma kayaların üzerinden engel atlayan atlar gibi kalkıp inişi, ormanın derinliklerinde çağıltısının yankılanışı beni tarih kitaplarının sayfalarına götürür. Sanki makinadan çıkmış gibi şekillenmiş taşların bir heykel gibi duruşu, aralarından çok acelesi olan yolcu gibi yaprakları taşıyan bu akarsuya çevredeki ağaçların dallarını eğerek selam durmaları başka bir güzel. Eğrelti otları, evrende ilk kez dünyayı selamlayıp nöbete geçenlerdir. Yapraklar, duran suda nasıl bu denli hızlı giderler ki?

Renkler gerçek peçelerini bitkiler dünyasında açarlar.

Kimi zaman dörtnala giden atlı gibi kimi zaman üzerindeki gölgelerle durduğu sanılan derem. Kimi zaman yeşil yeşil düzlüklerde gezip kaybolan kimi zamanda boz bulanık akan, yumurta aklığında yıkanmış irili ufaklı çakıl taşlarının üstünden taşan.

Uzaklarda, sonsuzda görmeye alıştığım gökkuşağının, çağlayanın dumanında durup oradan bulutlarla ormana taşındığını izlemek ne büyük şans. Şelalenin köpüğünde semah dönen gökkuşağı…bir türlü altından geçemediğim.

Ağaçların arasında dolaşırken Menekşe boş durmuyor:

- Kavak tepeden sararırsa kış sert geçer. Kayısının bol olduğu yıl buğday da bol olur. Hamam böceği gibi iri böcekler yağmur gelirken başını toprağa sokar. Kurbağalar yağmur yağınca sudan çıkıp selin gelmesini beklerler. Sel kesilince tekrar suya girerler. Köpekler gelini sever ama damadı sevmezler ayrıca sahibini seveni sevmeyeni bile ayırt edebilirler.

- Peki, Karabaş benim için ne dedi?

-Senin dost olduğunu kendince söyledi.

Kuşkulu baktığımı görünce yanıt hazırdı:

-Peygamber değilim ümmet kayıracak.

Belli ki Menekşe bilinmeyen şeyleri de seziyor.

Devam etti:

- İnekler ve atlar kadın bakıcıyı sever. Bizim başkalarına sattığımız inekleri alanlar bunu çabuk fark ederler.

İneklerle konuştuğunu onların her birine ayrı ayrı ad taktığını bilirdim.

-Derede her zamanki hayvanlardan veya insanlardan başka biri varsa saksağan tepki verir. Keklikler tehlikeli durumlarda çıkardıkları bir sesle, yavrularını saklar üstüne bassan kımıldamazlar.

Onca bilgiyi akılda tutmak zor.

-Şunu da eklemeliyim, baykuş yakınındaki evde kötü bir olay olunca acı acı öter. İnsanlar bunu yanlış değerlendirip uğursuz sayar. Oysaki hayvan üzüldüğü için öter.

Bu yörenin canlı cansız her varlığının sorumlusu ve koruyucusu sayar kendini Menekşe. Kardeşi Saniye ile birlikte dere boyu geziler yapar, yeni bitkiler bulmaya çalışırlar, onlarla konuşurlar.

Cıvıl cıvıl bir güzelliktir bu. Tamburi Cemil Bey’in kemençe ile bestelediği “doğanın sesi”, ezgilerle köyün tasviridir dinlediğiniz. Hüseyni makamında çalınan kemençe çoban ve köpek seslerini hatırlatır. Doğayı biraz da insan olmadığı için sevmektir hissettiğiniz.

Burada, Sungur’u en hurda ayrıntısına değin okurların gözü önüne seren güz mevsiminin renklerinden bahsedelim, biraz soluklanalım.

Bu mevsim Sungur Deresi mahzunlaşır. Yalnızlaşır. Sessiz, uzaklaşır gider. Kim bilir dinlenir belki de. Sadece söğütler ve kavakların yenilerini beklerken oyalanan yaprakları, bir de koca gövdeleri kalmıştır dereye arkadaşlık eden. İneklerin keyifli zamanıdır sonbahar. Kolayca dereye inip kenarındaki son yeşilliklerinden otlanırlar. Derviş sakinliği ve usta bilgeliği ile. Yerlere serilip çürümeyi bekleyen yaprakların arasından mantarlar başını çıkarıp çürüntünün altında hayat var der gibi gülümserler. Kurtların, tilkilerindir dereler, bir de ağaçları kemirip deviren küçük göller yapan su sıçanlarınındır. Halı kuşlarının terk ettiği yuvaları yağmurun ağırlığı ile yerlere düşmeye başlar. Ağaçlar yaprağını dökmüş, küçük çalıların içindeki kuş yuvaları ortaya çıkmıştır. Yazın oradan geçen pek çok kişi nasıl olup da bu kuşları görmediğine şaşırır. Şimdi, saksağanlar artık ürkek ama görkemli duruşları ile ortadadır. Hiçbir rüzgârın, tipinin uçuramadığı yuvalarından bakarlar dereden geçen tilkilere. Derede, ineklerin, dikeninden yiyemediği kuşburnu dallarındaki son meyveler serçelerin kış yiyeceğidir.

Sonbahar yaklaşırken, sığırcıklar göç etmeye hazırlanır. Önce topluca havada uzun uzun Semah dönerler. Son defa bir yere konup yürüyerek toprakla vedalaşırlar. Hep birden havalanmaları Sungur’u sessiz bırakıp uzak diyarlara gitmelerinin hüzünlü vedasıdır. Ölmesinler diye Sungur sakinlerinin kapının önüne bıraktıkları yem de av olmaktan kurtaramaz serçeleri. O zaman düşünürüm, neden öleceğini bilen tek canlı insan?


Güzün yeşilin adı konmamış farklı tonları ile kaplanır Sungur Deresi. Giderek renkler yeşilden kızıla döner, dere mavileşir. Bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar çalınır şimdilerde. Kiraz ağaçlarının vişneçürüğü yaprakları renkler orkestrasının en dikkati çeken sesi olur. Akşamüstleri güneş yerine ayın sıcaklığı kaplar vadiyi. Sabahları dereye çöken sis dere nefesini verirken buğu üflüyor gibi görünür. Yağmur yağmasa bile vadiyi ıslak ve nemli tutmaya yeter bu. Siste dereye vuran Güneş ışıkları gözleri kamaştırır. O yazılamaz, çizilemez parıltılar dereden aşağı doğru uzar gider. Bu an bir daha görülmeyecek olup yaşanmak ister, derede çocukken yakaladığım şimdi olmayan balıklar gibi.

Yaşam; bir rüzgâr, dere kenarında tek tük kalmış yapraklar, uzaklarda sedir ağaçları, sık sık bulutların arasına dalan güneş ve kapanan gökyüzüdür, artık burada. Her şey geride kalıyor sadece gölgelerimiz peşimizde.

Kasım’da sabahları yamaçların alacalı görünüşü karın beklentisini artırır.

Bir süre sonra yağan karın beyaz örtüsünü ortadan yarıp aktığı belli olmayan berrak mı berrak bir çizgi haline gelir Sungur Deresi. Donmaya hazırdır şimdi.

Kışın dereler yeni sular taşır, kimi zaman dere donsa bile buzun altından gizlice tazelenir. Tepelerin üstleri beyaza keser, ana rahminde doğmayı bekleyen yavru gibi bahara hazırlanır otlar, tohumlarını toprakla kaynaştırır bu karın altında.

Derenin kenarı ve içindeki taşların üzerinde birikmiş kar yığınları penguenleri çağrıştırır. Aşk köprüsü dediğimiz kalın kütük üzeri karla kaplı olduğundan geçmeyi riske atmayıp aşkı bahara erteler.

Ağaçların, dalların bir tarafı kızıl-kahverengi iken bir yanları bembeyaz karla kaplanır uçlara doğru beyazlık kum tanelerine dönüşür. Kuruyan dallar arasından rüzgârın şarkı söyleyip geçtiğini duyarsınız. Uzaktan alabildiğine beyazlığın içinde çatısı beyaz bir battaniye ile kaplanan evlerin duvarlarını görür, bir an için Sungur’da hayat durdu diyesiniz gelir. Derenin bu yüzünde evler yamaçtadır ama yaşam aşağısız ve yukarısızdır.

Burada kar incecik yağıp elif elif diye tozmaz lapa lapa yağar, nedir Menekşe’nin ak elleri fırça tutar Sungur’u göğüs kafesinin içinde ısıtır, yağlı boya tablolar yapar. Çiftliğin tüm işlerine koşturan Mühüp’ün de tek oturduğu akşamlar böyle karlı kış akşamlarıdır.

…..

Kış kıyamet bir gün

bakarsın çıkıp gelmişim

varsın azgınlaşsın tipi

ve uğuldayadursun

dışardaki rüzgâr

Sakın şaşırma küçüğüm

üşümüş bir serçe gibi

titremesin ellerin

apansız çıkıp geleceğim

kış kıyamet de olsa bir gün


Ahmet Telli her ne kadar kış- kıyamette gelirim derse de ben kışları pek gidemem Sungur’a. O bana fotoğraflarla, düşlerle gelir, buluşuruz.

Henüz karlar erimemişken baharın ucu bile görünmeden doğaya ilk merhabayı kardelenler söyler. Belki de karların içinde açan yalnız kalmış bir çiçek olduğundan, Sungur’da adına öksüz oğlan çiçeği denir. Hemen ardından çiğdemler toprağın üzerine serilir öksüz oğlan çiçeğini daha fazla yalnız bırakmazlar renklerini birbirine katarak. Halil Cibran’ın “hatırlamak bir buluşmadır” sözünü anımsatarak, unutmadan umut yeşertirler.

Sungur’un doğası insan gibi insana gülümser. Kimi zaman insan derelere ağlar, derdini döker.


Dere, dere, akan dere,

Mor dağlardan çıkan dere,

Yana yana kül olmuşum,

Yâr’dır beni yakan dere.



Peki dereler ağlar mı? Sular seller gibi ağlar belki de. Özgür bırakılmadıkları için, kirletildiği, üzerine bentler kurulup engellendiği, yüzlerce yıllık yolları değiştirildiği için ağlar. Üzerinde limansız yaşam gemimizle gezintimizi sürdüremediğimiz için ağlar. Yazın ağlar, kışın ağlar.

Sungur dönüşü daha iyi anlarım deremin değerini. Umutsuzluğu toprağa bırakırım. İnsana bakışım değişir, ben çocuklaşırım, “ölüm yorulur”.

Kurumuş yüreklerinizle doğayı yok ederken “bin dereden su getirmeyin” derim.




 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
İNSAN DEDİĞİN ( Öykü)

Haberlere bakılırsa pek çok ölü ve yaralı var, yaralıların çoğu da yanık.Canları yakmışlar.Türkü yakanları ateşle yakmışlar! Onlarla...

 
 
 

Comments


bottom of page