top of page

SUNGUR DERESİ-2

  • Yazarın fotoğrafı: nakiselmanpakoglu
    nakiselmanpakoglu
  • 21 Kas 2022
  • 4 dakikada okunur


Sungur’un Sultanı Menekşe her adımda babasının nasıl doğa sevdalısı olduğunu örneklerle anlatır. Geçtiğimiz yıllarda can kuşu elinden kaçan İhsan Amca’nın anısını tazeler.

Kengerin burada yaygın olması da onun eseri.


-Babam Kenger pilavını çok severdi. Buralarda kenger bitmişti. O yüzden her sene tohumlarını toplar ve değişik yerlere saçardı.

-Bu kadar çok çiçek ve bitkinin adını nasıl öğrendin?

Menekşe yanıtlıyor:

-Sungur da 230 tane değişik bitki saydım. Çoğunu çocukluğumdan beri tanırım. Keçi borçağı, civan perçemi…başladı sıralamaya. Akılda kalmaz yazmak gerek.


Annem de bir avuç toprak görse mevsime göre bir şeyler dikerdi. En çok da onu sevdiği, kendiliğinden nerde ne renk açacağı belli olmayan gülhatmiler gelir aklıma, özlerim. Beyazı, pembesi, şarap rengi olanı dışında yeni renkler arar dururum. İneklerin onlarla aralarını iyi olmaması uzun soluklu olmalarına neden olur.


Deremizi biraz ihmal mi ettik ne?

Bahar selleri Sungur Deresinin tepelerinde başlar yeleleri beyaz vahşi atlara benzeyen çamurlu sel suları ne bulduysa yağma malı gibi önüne katarak buralara, çiftliğe getirir, bir ara dağılır sonra dik eğilimli uçurumlarda taklalar atarak kaybolur. Gümbürdeyen bir duman görülür uzaklardan. Her sel, kavakların, söğütlerin cümle nebatatın direnme gücünü sınar sanki. Hiç birisi oyuncusu olduğu sahneyi terk etmez, direnir.

Karabaş daha sel kudurmuş gibi akarken sürükleyip ağaçlara taktığı fareleri, yılanları bilir ağzının suyu akarak kıyıda bekler. Sel hızını keser kesmez kendini suyun içine atar derelerin ona sunduğu ziyafetin tadını çıkarır. Bilemediğimiz bir dille kuyruğunu sallayarak dereye sanki teşekkür eder. Bu dönem Karabaş’ın ayrı bir havası ve havkırması vardır. Yanına yaklaşılmaz.

Derenin bir o kıyıya bir bu kıyıya vurarak gelişinden önce alışılmadık kükreyişi ve üfürdüğü sıcak bir hava vadiye yayılır. O zamanlar pek hayın oluverir. İşte bu kurbağalar için “ben geliyorum önümden kaçın” diyen sestir. Onlar da bunu duyup suyun kenarına çıkarlar ve selin sakinleşmesini beklerler.


Burada çakıl taşlarından çıkan tanecikleri görüp Fuzuli’nin “Su Kasidesi” gelir aklımıza.

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çare su.

Der ki Ulu Ozan:

Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere gözyaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.


Sungur Deresi’nin en yukarısında, kanını sık sık şarapla sulandıran dedemin diktiği üstelikte onun adıyla anılan söğüt (Hallo'nun Söğüdü) dereyi kucaklayarak yıllara meydan okumaktadır. Dedem Sartre’ı bilmezdi ama demek ki onun gibi düşünürmüş: İnsanların çoğu yaşamadan ölürler, bazı insanlar öldükten sonra yaşamaya devam ederler. Altından akan dere üstünden akan insan yapımı suyolu ile beslenmiş, bu asırlık söğüt. Sungur’a gelen sel sularını ilk o karşılamış kol kanat gererek. Azgın sel sularının onu aşıp üstündeki kırılgan olan toprağı götürmesin diye korumuş.

Söğüt dalının verdiği huzur nedeni ile Sungur’un en güzel uykusu söğüt altında çekilir.

Çinliler söğüt ağacına da düzen saçan bir dişi gözüyle bakar, söğütlerin körpelerini değil yaşlılarını yeğ tutarlarmış. Söğüt’ün yaş yaşadıkça görkemliliği artarmış. Yani sessizliğin yüceliğin ve de yaşamdan uzaklaşmanın simgesi olurlarmış. Kendi tenhasında oturmayı sevenler hep onları ararmış.

Her dem yeşil ağaçlar pimpirik bilgeler gibi her şeyi anlarlar ama ağızlarını açıp bir şey söylemezlermiş.


Yağmur sonu dalda kalmış damlaların toprağa kavuşmak için hiç de acele etmediklerini sabırsızlıkla izlerim. Yapraklar daha yeşil daha büyük daha mutlu görünürler. Yağmur kesilse bile dere kenarında ağaçlardan saatlerce yağmur damlaları yağmaya devam eder. Yağmur diner dinmez kelebekler, sinekler, arılar ve çeşit, çeşit böcekler yedekte kuru elbiseleri varda giymişler gibi kupkuru ortaya çıkıverirler. Küçük bir yaprağın altına gizlenmişlerdir.

Burada bitki örtüsü nemden dolayı daha gür ve sık. Yağmur sonu toprak kokusunu, yeni doğan dananın anne-süt karışımı kokusu ile birlikte duyumsarsınız.

Geriye bu kadar büyük taşları hangi güçle getirdiğini merak ettiğiniz bir sakin dere kalır. Suçlanır, mırıldanır. Kimi zaman durgun kimi zaman zapt edilemeyecek kadar coşkun, çırpınıp kenara tutunamayan, öfkeli bazen sakin ama hep akan hiç durmayan, hiç yorulmayan. Nereye yetişeceksin? Tepelerde ne bu köpüklü telaş?

Arzun tutunmaksa eğer sahile, Ey dere, bu coşkun gayret nafile! Bu sahil ki savmış nice kafile Seni tutar mı, ey suyu mor dere?

Ağlama ey dere! Gürültüsüz ak. Kader bu: Ne yapsan suyun akacak! Çok zordur çırpınıp tutunamamak: Fakat bir kere de bize sor dere! (Servet-i Fünun,12.05.1927) Sabahattin Ali

Kaderimiz gibi engellenemeyen bir akış, gidiş bu.

Bakarken akıp gidiyorum sularla dere aşağı, beni de al diyen kıyılardan gözümü alamıyorum.

Kimi zaman yârimize kavuşmak için derelerden derman bekleriz. Türkülerimiz ne güzel anlatır bunu.

Dere geliyor dere

Yaleli yaleli

Suyunu sere sere

Al beni götür dere

Yârin olduğu yere

Ya kuşlar ne yapar dereler olmasa? Derelere durmadan şarkı yazan kuşlar. Onlar için ne denli hayat olduğunun ayırdına varmasalar da o hep akar. O yoksa hayat yoktur. Yöreye özgü Söğüt Bülbülü de bunu bir güzel dillendirir. Sungur’un en güzel şarkı söyleyenine söğüt ağaçlarının dallarında öttüklerinden olsa gerek Söğüt Bülbülü adını vermişler.


Her ağacın bir kuşu, her kuşunda bir ağacı vardır, ya da bir borcak altı, süpürge otunun kanatları gibi bir koruyucu bitkisi vardır Sungur Deresi’nde. Yoksa yuvalarını nereye yapar yavrularını nasıl güvende tutarlar.

En küçük kuşlar düşmanlarına karşı dikenleriyle koruduğu için kuşburnunu pek severler. Kuşburnu da bilir onların çaresiz, savunmasız olduğunu da kol kanat gerip korur doğanın küçücük emanetlerini.


Saksağanlar belli aralıklarla paylaşırlar ağaçları ki kimse kimsenin rızkını yemesin. En yaramazı çiftlikteki evin hemen yanındaki ağaçları tercih eder, civcivleri kapması kolay olur. Boş kalınca çeşmenin üstündeki sabunu alıp kaçmaları için de fırsat çıkar bu arada.

En iyi kerpiç ustalarıdır kırlangıçlar. Tavanda bir hezenin her yönüne ağız salgısıyla yaptığı arpa tanesi kadar kerpiçlerini yapıştırıp, yapabilir kırılması zor yuvasını.

Dokumacı Halıkuşları, çok ince bir hünerle dokur, dokunsan kırılacak kadar narin bir dalla örer yuvalarını. Çalı güvercini, dudu kalk kuşu, gülen kumru, kolyeli kumru bunların hepsi bir tek kuşun adı desem inanır mısınız? Aşkın, sevginin simgesi kumrunun. Yuvası sevgilinin göz çukuruna benzetilen, kolyeli kumrunun (kim bilir ölümsüz aşkının nişanesidir belki de kolyesi) eşini kaybedince eşleşmeyişi de insanda görülmeyen bir sevdadır ki benzeri bulunmaz. Onlar yine yuvalarını insanların yakınına yaparlar. Ancak yumurtalarına dokunulunca güvenini yitirip terk eder yuvasını, diğer tüm güvercinler gibi. Sungur’dakiler de bunu bilir, gerekli saygıyı gösterilirler.

Buralarda kumruyu avlamayı günah sayarlar, çünkü eşi ölünce geri kalan bir ömür ağlayacaktır.


Durgun akan derenin sesiyle sabahın seherinde buluşur kuşlar. Duraksız, dere boyunca değişik yerlerden gelen değişik namelerle “bırak dereyi bizi dinle” derler adeta. Bülbüller sabah vaktine değin konserlerini kesmezler. Kimi zaman kürem kürem uçuşurlar. Özgürce. Gece Bülbülü derlerdi adına o tarihlerde en hüzünlüsü, kara sevdalısı, adına türküler yakılası. Nisan ayı ortalarında ötmeye başlar haziran da bitirir. Çünkü yavruları vardır artık ve yerleri belli olmamalıdır. Dinlerken dilsiz Kerem kesilir insan. Ne kadar ötse de erkek kuşun sesi aynı duyguyu veremez. Yazın, akşamüstleri nöbeti ağustos böcekleri alır geç vakte kadar sessizliğin sesi olurlar.


Devam edecek.


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
İNSAN DEDİĞİN ( Öykü)

Haberlere bakılırsa pek çok ölü ve yaralı var, yaralıların çoğu da yanık.Canları yakmışlar.Türkü yakanları ateşle yakmışlar! Onlarla...

 
 
 

Comentarios


bottom of page