RUHİ BABA (Mektup)
- nakiselmanpakoglu
- 11 Oca 2023
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 14 Oca 2023

Pek çok değerli yazarın yer aldığı “Ruhi Su Sen Gittin Gideli” isimli kitap için benden istenen mektup.
İnsan dediğin saçaktaki
Güvercinin farkında olacak
Ve bir çiçek açacak kendince.
Bu aşk var ya bu aşk;
Dikkat!
Yangında ilk kurtarılacak (Metin Altıok).
Aşk ile,
“Türkü söylemek benim için bir aşk halidir. En güzel aşklarımı türkü söylerken yaşadım. Ne onlar beni aldattı ne ben onları. Türkü söyledikçe yeşeriyor, çiçekleniyorum”. Sizin sözleriniz bunlar. Ne güzel ne anlamlı ne etkileyici…
Zaten âşıktık sesinize, zaten vazgeçilmezdi o ses bizler için, zaten devrimciliğimizin gücü, yol göstericisi ve gururu idiniz. Sizi dinlemek de bir “aşk hâli” idi.
70’li yılların başı. Kavaklıdere’de bir gazino; içerisi hıncahınç dolu, protokolde yer verilen 27 Mayıs Devrimi’nin bazı emekli subayları önde, eşimle zor da olsa yer bulmanın mutluluğu içinde bir kenarda sizi bekliyoruz. O zamana değin plaklarınızı dinlemiş ama sizi yakından görmemiştik. Bu nedenle heyecanımız ve o gün orada olmanın gururu doruktaydı. Birkaç arkadaşınızla sahneye çıkmanızı beklerken masanıza gelip konuşmak o kadar önemli ve zordu ki, yapamadım. Hâlâ yanarım buna. Geç vakte doğru, siyah giysilerle, elinizde sazınız sahneye o bildik tebessümünüzle çıkıp izleyenleri selamladıktan sonra sandalyeye oturdunuz. Belleğime nasıl kazınmışsa, kabarık, kıvırcık saçlarınızı dün gibi hatırlıyorum. O zamana dek yaşadığım en mutlu anımdı; sizi görmek ve dinlemek. Salonda hani sinek uçsa vızıltısı duyulacak derler ya o denli bir sessizlik.
Sesiniz salona yayılınca, halk türkülerinin eğitilmiş hançereden kültürle yoğrulmuş bir yorumla söylenmesinin nasıl olabileceğini görüp hayranlığımın tutkuya dönüşmesini anlatabilmem mümkün mü?
Şu cerenin sulakların gezmeli
Kalem alıp kaşın gözün yazmalı
Burnu hızmalı Türkmen kızları
Seherde uğruma çıktı bu ceren
Başımı sevdaya saldı bu ceren
Ağca ceren söker gelir sürekten
Avcıların seyreder ıraktan
Kızıl koltuktan da yandan kürekten
Vur yeğen üstüne ceren geliyor.
Bu türküden sonra doğacak kızımızın adı da belli olmuştu; “Ağca Ceren.” Sonra Cerenler çoğalıp o günlerin sevilen adı oldu. Sesiniz ve türküleriniz ise türküleri yaratanlarla tüm Anadolu’ya kısa zamanda yayıldı, içimize akan bu “çağlayan gibi köpüklü Su’yu” tanımayan kalmadı. On bir türkü söylediniz o gün. Bunlar her biri birbirinden diri, zulme, acıya yalnızca türküyle dayanan halkımızın ürünleriydi.

O sesi dinleyip o sazı duyumsadıktan sonra bu topraklarda ne Hallac-ı Masur’un başını kestiren Abbasi halifesinin, ne Nesimi’nin derisini yüzen cellâtların, Köroğlu’nu eşkıya ilan eden Bolu Bey’inin, Nâzım’ı zindana atan yargıcın adlarını kimselerin bilmediğini ama onların ortadan kaldırmak istediklerinin, o kahır çekenlerin sizin sazınız ve sesinizde yaşayıp bizlere kadar geldiğini gördüm. Sesinizle yiğitliği, umudu yaşadım hep. Bocaladığımda, iyi bildiğim yaşam öykünüz geldi aklıma; “dayan” dedim kendime, Ahmet Arif’in dizeleriyle: “Dayan kitap ile/ Dayan iş ile/ Tırnak ile, diş ile/ Umut ile sevda ile düş ile / Dayan rüsva etme beni.” Ruhi Baba’ya borcunu ödemedin daha, dayan…
Evimizin en değerli eşyası uzunçalarlarınızdı. Onlarsız yapamazdık, yeni çıkanlarını da takip eder olmuştuk.
Oltu'dan girdik de Sarıkamış'a
Akıl ermez orda yatan üleşe
Askeri kırdıran Enveri Paşa
Kitlendi kapılar, mekân ağladı
Yüzbaşılar, yüzbaşılar
Tabur tabura karşılar
Yağmur yağıp gün değişir
Yatan şehitler ışılar
İbrişimin kozaları
Battın Avşar kazaları
Sarıkamış’ta kırıldı
Gonca gülün tazeleri.
1915’teki o büyük bozgunla ilgili Sarıkamış’ta bu konuda pek çok kişinin anlattıklarını, gencecik erlerin donmalarının öykülerini dinledim. Enver Paşa’yla ilgili son derece olumsuz yorumlar yapılıyordu. Hatta Enver Paşa, kararına karşı gelen hocasına “Hocam olmasaydım seni astırırdım” dediği anlatılır. Enver Paşa’nın savaştan kaçmak isteyenleri öldürdüğü, kimilerini astırdığı da anlatılanlar arasındaydı. “Askeri kırdıran Enveri Paşa” türküsü zar zor aklımdaydı. Sarıkamış, o sıralar kilometrelerce uzanan bir orman içinde. Askerlerin de bu orman içinde donduklarını düşündüm. Ağaca dayanıp ölen askerler, uykuda donup ölenler... Türküyü yıllar sonra sizden dinlediğimde ilginçtir ki rütbem yüzbaşıydı. Siz, “Yüzbaşılar… Yüzbaşılar” diye sesinizi sonsuz bir boşluğa ünlediğinizde, “Sarıkamış’ta kırıldı gonca gülün tazeleri” sözlerinizi bir yanık havayla içimize üflediğinizde, neredeyse o an kalkıp hazır ola geçeceğim geliyordu. O yazlık giysilerle donan insanları anımsadım. O ağıtta dile getirilenlerin ürperticiliği insanın iliklerine işliyordu. Bu acı, sizin dilinizde bir ağıta dönüşmeseydi oranın tarihteki konumuna da bu denli yaklaşım kurulamazdı.
Sesiniz ve sözleriniz ardından sürüklendik. Ne demek istediğinizi anlamıştım: Görevdi benim için; düşündüklerinizi sesinizle insanımıza aktarmak. Bu sizden habersiz bir görevlendirmeydi.
Paşa babamız yoktu bize arka çıkacak. Bizi kollayacak, bir Otyam babamız vardı; Anadolu insanını bize anlatan, gösteren, bir de Ruhi babamız; Anadolu’yu bize dinleten, ışığıyla yolumuzu aydınlatan…
İlkokul mezunu bir anne, ortaokul mezunu demiryolcu bir baba, okuyan üç oğlan çocuğu. Aç yoksul değildik ama gecekondumuzda bizi diri tutacak önderlere gereksinimimiz vardı. Nerden bulduk, nasıl bulduk da bu babaların evlatlığına davet edilmeden girdik, bilmiyorum.
deveyi deveye çattım
çılbırın boynuna attım
kaynatamdan hicap ettim
nenni benim küçücüğüm
yekin kara devem yekin
çanını zilini takın
bebeğimi daldan sakın
nenni benim küçücüğüm
köpekler dağda uluşur
eltim çadırda gülüşür
kuzgunlar bebek üleşir
nenni benim küçücüğüm
Kim bilir belki de bu “nenni”ler, sizi baba bilmemize yol açtı.
“Ya o saz! Bilmiyorum, ya yeni yeni tadına varmaya başladım Ruhi Su’nun sazının ya da Yunus Emre adına, ona saygı olsun diye bütün hünerini göstermiş saz. Yunus Emre’de yalnızca sesi değil, sazı da çok güçlü, çok boyutlu Ruhi Su’nun. ‘Ruhi Su Yunus Emre’ veya “Yunus Su Ruhi Emre’... Hani der ya kendisi, ‘Ete kemiğe büründüm/Yunus diye göründüm’ ben bunu rahatlıkla şöyle değiştireceğim: Sese ve saza büründüm / Ruhi Su diye göründüm” diyordu Hasan Hüseyin Korkmazgil (Toplum Dergisi, 8 Kasım 1972).
O gün bir başka etkilemişti beni sesinizi canlı olarak dinlemek. Daha sonra evimin duvarları, Fikret Otyam, dudaklarım Ruhi Su söyledi hep.
“Doktor” dedi, “hadi bir barak havası söyle.” Âşık Veysel’i anmak için açılan bir sergideyiz, insanlar dağılmak üzere.
“Otyam baba, şimdi burası uygun değil, başka zaman söylesek.”
“Türkünün zamanı yeri mi olur. Dinleyen, isteyen bulununca söylenir” dedi.
Haklıydı, Antalya’da yoğun bakımda kritik durumda bile barak türküsü istemişti de türküyü dinledikten sonra yoğun bakımdan çıkıp evine taburcu olmuştu.
Otyam baba, türkülere öylesine tutkundu ki vasiyeti gereği Hak-ka yürürken, türkülerle uğurlandı. Özellikle barak türküleri ile.
Sonra hiç ayrılmadık; öğrendik ki halkın derdini sazınız ve sözünüzle anlatmıştınız ama kendi derdinizi bir türlü ilgili yerlere ulaştıramamıştınız. Kuşağımızın bilinçli, duyarlı olmasında büyük katkınız vardı. Sadece dinlemiyor her türküden ders de alıyorduk.
“Müzik, duyguların seslerle anlatılması sanatıdır. Halk da bunu böyle bilir. Günlük konuşmasının dışında düşünce ve duygularını en iyi ifade edebildiği şey türkülerdir. “Dille mi söyleyelim? Telli mi söyleyelim?” sözü, halkın derdini anlatmakta türkülere ne derece güvendiğini gösterir.
Yıllar sonra karşılaştığım hastalarım ameliyatlarda hâlâ türkü söyleyip söylemediğimi sorduklarında, bu tutkunun ne kadar eski ve eskimeyen olduğunu tadıyorum. “Halk şarkıları gelenekseldir, yaşanılan olayları, ortak hayalleri ve beklentileri yayarak dilden dile taşır”, türküler, bizim türkülerimiz yaşamın kendisiydi. Yaşıyorlar hâlâ. Onlara can ve kan verdiniz.
Evrensel müzik eğitiminizi, ulusal değerlerimizle bütünleştirilerek kendinize özgü bir biçem yaratmanız, Nâzım Hikmet’in şiirlerini bestelemeniz, ardınızdan gelenlerin de ufkunu açmıştır. Bana yıllar önce “Ne olmak isterdin?” diye sorsalardı, “Ruhi Su Dostlar Korosu’nun bir elemanı” diye yanıt verirdim.
Atatürk’ün çağdaş uygarlık ülküsünü önemsemiş kişilerden biriydiniz. Bize uygar dünyanın bir parçası olduğumuzu gösterdiniz. Uluslararası ününüzün kaynağı da bu olsa gerek. Yalnız “gelecek” değil türkülerinizle bize yaşattığınız böylesi bir “geçmiş” de beni eğitti ve güçlendirdi.
Aynı kitapta mektup yazan diğer yazarlar:




Comments