AĞRILARINI BIRAKTI...(Öykü)
- nakiselmanpakoglu
- 6 Eyl 2022
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 14 Oca 2023

Adı Seyit, mesleği şimdilerde âşık, şiir yazıyor, bağlama çalıyor. Eskiden boyacıymış.
Askeri hastanenin personeli posbıyık Salih’le geldi odama. Dört beş kişi beraber. Çevresi geniş! O tarihlerde Van’da pek meşhur bir şairmiş. Oda büyük ama karısı girmedi, kapı kenarında kucağında çocukla bekliyor. Yer aldığı konum sanki gizli bir anlam taşıyor.
Adam kırk beş elli yaşlarında, yaşamadan yaşlanmış. Lakin yüzünde bir sabah duruluğu var. Kısa, kıvırcık sarı saçları, geniş alnı, iri çenesi, mavi gözleriyle bir Yunan Tanrısı gibi. Üzerinde, doktora gelmek için seçildiği belli elbiseler. Yaka kapalı. Başında, eskimiş bir kasket. Kayınbiraderi olarak tanıttığı adamda fötr şapka. Diğer dört kişiyi tanıtmadı. Onlar hemen duvar kenarına dizildiler. Buyur ettim, “sağ ol beğim,” dedi âşık. Kimse oturmadı.
Ayaklarında, hayır sağ ayağında, rengini ve modelini yitirmiş bir pabuç. Sol ayağı diz altından yok. Koltuk değneği ile yürüyor.
Gözü bana değince yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı. “Derman varsa bu hekimde” demişler zahir. Yüreğime oturan bir top acıydı oysa bu gülüş. Bacağının ağrısından kıvranıyor... Ama gözleri gülüyor!
"Nasılsın?”
“Eyiyem, başım gözüm üste.”
“Neren ağrıyor?”
“Sol bacağım, inciniğ. Ağriy çoktandır.”
“Peki, ilk nerede başladı ağrı?”
“Belediyenin önünden geçiğdim, orda başladı!”
“…….!”
“………..”
“Sigara içiyor musun?”
“İçsem de gıymatsız, hastalık ondan oliğ diller. Lakin bırakamadım.”
Yakınması, diğer bacağından tanıdık olan ağrılar, şimdi sağlam bacağında.
Sorularıma verdiği yanıtlarda; daha önce gittiği doktorların, dinleyip dinleyip ilaç yazmalarından bıkmış “ne yapacaksan çabuk yap” der gibi bir hali vardı. Bir deste reçete uzattı. İğne dermandır denip; tek reçeteye yazılmış üç etkili ağrı dindirici.
Beyaz boyalı, geniş pencerenin önündeki, paravanla ayrılmış muayene masasına yardımsız yattı. Değneğini duvara dayadı. Pantolonunun bacağı olan tarafını, sonra çorabını çıkardı. Alışmış artık. Elimi değip ayağın soğuk, soluk halini gördüğümde tanı kondu. Yine de ayaktaki nabzı ve diğer hayati bulguları kontrole devam ettim.
Bu arada âşığın kayınbiraderi; verilen ilaçların yanı sıra, ada çayı, bamya çiçeği, oğul otu gibi bitkileri kullandıklarını ancak yarar sağlamadığını, ağrıların giderek arttığını anlatıyordu. Tanı ve tedaviyi nasıl söyleyeceğimi düşünürken bir taraftan bu hiperaktif akrabaya “ buyurun oturun” demekten bir hal oldum. Adam odada kirman gibi dönüyor.
Sonunda, o yörede yaygın olan it oturuşuna geçerek elindeki tespihle cenneti dolaşmaya başladı. Başlasın ne deyim. Diğer akrabalar; kasketleri koltuk altında, yere bakıp duvar dibinde sessizler.
Yapılan basit kan tetkiklerine baktıktan sonra bir hekimin önerebileceği en zor tedavi seçeneğini söylemek zorunda kaldım.
“Evet, bu bacağın diz üstünden kesilmesi gerekiyor.”
“Şükür ki Allah seni menim garşıma çıkardı doktor beğ, Allah senden razı gelsin, ne muradın varsa versin,” deyip elime sarıldı âşık.
Ben şaşkın, daha dramatik bir reaksiyon beklerken hasta yanlış anladı da o nedenle mi elimi öpüyor diye düşündüm. Ve bacağı kesmekten başka çare olmadığını bu kez onun dilinde tekrarladım, usulünce.
Kapıda bekleyen karısının esmer yüzünde, menekşe gibi ıpıldayan gözlerinde, çevresindeki insanlardan başka bir bakış. Köşede beni süzüyor. İçimi bilmediğim garip bir sıcaklık kapladı. Kendimi kadının gözlerine yapışmış olarak yakalayıp başımı çevirdim. Söylenmeden, yaşanırken insana hoş duygular hissettiren anlar.
“Yani kötü bir hastalığı yok. Kanser manser. Sen teşhis bırakamadın da onun için mi keselim diyorsun doktor bey?”
Duymak istediği belli ki başka bir şeydi, kayınbiraderin.
Baktım lafım rüzgâr almıyor,
“Evet, teşhis bırakamadım. Kesip göreceğiz ağrının geçtiğini!” Dedim.
O günkü falımda çevrenize iyi davranın diye yazıyordu! Sanırım…
Almancı hariç herkes anladı durumu. O ısrarlı.
“Neye, sen yüzbaşı değilsen? Uparatör değilsen?”
Gözlerim tekrar kapıda duran kadına ilişti. O, ağrıdan kurtuluşu anlamıştı.
Almancı, enişte ölürse geride kalan sekiz çocuğa kim bakacak diye beni sorgulamaya devam etti. Hasta üzerinden itibar devşiriyor. Ondan başka ağzı olan susuyor.
Kayınbirader, uçları kıvrık, kırlanmış bıyıklarını sertçe burarak, biz biraz düşünelim, deyip gelenlerin önü sıra çıkıp gitti. Üzerime savaştan zor kurtulmuş bir asker yorgunluğu çöktü. Çöksün.
Şair hızla pantolonunu giydi, koltuk değneğini kaptı, yaklaştı; hafifçe, “Sen bilin beğim, gurtar beni,” dedi. “Tamam, tekrar göreceğim,” dedim. Yüzündeki sis tabakası birdenbire dağıldı, aydınlandı.
Bana da başka seçenek var mı diye düşünme şansı doğmuştu. O akşam şairin gözlerinde gördüğüm ağrıyı kesecek çareyi aradım kitaplarda. Van’da hayatın şurasına burasına büzülmüş, ağlamanın eşiğinde nemli gözlerle gelen hastalardan farklı bir adam bu. Gözü değil, dili, yüreği ağlıyor belli ki.
Vanlı şairin “Sabrım da tükendi, yeter beğim” sözü işin ne boyutlarda olduğunu anlatıyordu.
Bu şairin ağrıyı dindirmek için bacağı kesilecekti bu kez. Olur mu? Demeyin…
Konu ortada kaldıkça âşığı, eşini ve çocuklarını unutamayacaktım. O gece yaşadığım duygusal bir fırtınaydı. Kitapların ağrıları gideremeyeceğini gördüm.
Keşke şair bana gelmeseydi ve ben de bu ameliyatı yapmasaydım. Posbıyık Salih’le haber yolladım. Bu kez yalnız geldi tak tak yürüyerek. Anlattım, “he,” dedi yatırdık.
Ameliyatı yaptım.
Şairin ayağını kesip hemşirenin eline verdiğim anı unutamadım. Bundan sonra da unutacağımı sanmıyorum. Onun bedeninden benim ruhumdan gelmemek üzere giden bir kayıptı. Gidenin yeri dolmayacaktı.
“Sigarayı bırak” dediğimizde “nasıl?” demedi. O biliyordu. Benden sadece hastaneyi boyamak için izin istedi. Ki eli meşgul olsun. Ağrılarının bıraktığı boşluğu bir şeylerle doldurmaya çalışıyordu.
Oturarak başladığı çalışmayı iki koltuk değneği ile tamamladı.
Duvar boyama bitince giderayak son sürprizini de yaptı:
“Gomutanım eğer ki menim oğlum olursa senin adın goymak istirem.”
“ Aman şair benim adım buralarda pek bilinmez, söylenmez, sekiz tane var yetmez mi?” dediğimde;
“Sen benim böyüğümsün, gurbaney.”
Ailenin çok içten duygularına ben de sevinerek “Eh ne yapalım olsun” demek zorunda kaldım.
Şair bir yandan da dualara devam ediyor; “Babam hakkı için söyliyem, Allah sana dert vermesin, Allah acı göstermesin.”
İşte! Bu sonuncu pek hoşuma gitti. Acı, tüm bedeninde çektiği ağrıydı zahir.
Kayınbirader derseniz bir daha görünmedi; benim olmadığım saatlerde bir kaç kez hastaneye gelmiş. Şairin, karısının miras hakkından vaz geçmediğini söylemesi üzerine Almanya’ya dönmüş. Posbıyık Salih’in deyişine göre ayrılırken. “Ayağım gırılsaydı da buraya gelemez olsaydım,” diye söylenmiş.
Şair, ağrısını, bir ayakkabısını ve bir bacağını bıraktı, bir koltuk değneği ile gelmişti iki koltuk değneğiyle gitti, ağrısız çoğalmaya devam etti. Acısı bende kaldı.
EDEBİYATİST. OCAK 2022
Comments